DAVID HARVEY İZMİR EKONOMİ ÜNİVERİTESİ'Nİ ONURLANDIRDI
Dünyanın en önemli politik iktisatçıları küresel krizin nedenlerini tartışmak üzere İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde buluştu.
Gelişmiş ülkeler tarihlerindeki en büyük ekonomik krizden geçerken, dünyaca ünlü politik iktisatçılar krizin çıkış nedenlerini tartışmak üzere İEÜ’de buluştu. Katılımcılar arasında hem Türkiye’de hem de dünyada oldukça iyi tanınan, David Harvey, Ben Fine, John Weeks, Anwar Shaikh, Simon Mohun, David Kotz, Alan Freeman ve Al Campbell gibi politik iktisadın duayenleri yer aldı. Yeni nesil politik iktisatçılardan Radhika Desai, Jan Toporowski, Vassilis Fouskas, Stavros Mavroudeas, Riccardo Bellofiore ve Özgür Orhangazi gibi isimler de atölyenin katılımcı arasındaydı.
Etkinliğin ev sahibi olan İzmir Ekonomi Üniversitesi, Ekonomi Bölümünden Prof. Dr. Turan Subaşat çalıştayın, üç farklı politik iktisat görüşünü savunan iktisatçıları bir araya getirip, dört gün boyunca derinlemesine bir tartışmaya açtığını belirtirken, tartışma sonuçlarının İngilizce bir kitapta derlenerek dünya kamuoyuna sunulacağını ifade etti.
“Etkinlikten oldukça faydalandığımı söyleyebilirim”
Buluşma için İEÜ’de bulunan katılımcılardan, dünyanın en saygın sosyal bilimcileri arasında yer alan, City University of New York’tan Profesör David Harvey’in, etkinlik ve akademi dünyasında yaşanan dönüşümler hakkındaki görüşlerini aldık:
İzmir’de bulunma sebebiniz İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde düzenlenen 2008 Küresel Finans Krizi’nin sebepleriyle ilgili bir atölye çalışması. Ekonomi alanının, dünya çapında önde gelen profesörleriyle geçirdiğiniz bu dört gün hakkındaki görüşlerinizle başlayalım. Etkinliği nasıl buldunuz?
David Harvey: Bu tip geniş katılımlı atölye çalışmalarında her zaman olduğu üzere, katılımcılar etkinliğe oldukça farklı fikirler, farklı entelektüel yaklaşımlar ve arka planlarla gelirler. Bu çeşitlilik sayesinde ortaya değerli bir şeyler çıkar. Bu çeşitlilikten bir füzyon oluşturmaya çalışırsınız ve burada da öyle oldu, oldukça faydalandığımı söyleyebilirim. Atölye kapsamında dinlediğim ve öğrendiğim tüm bu yeni fikirleri sindirip, kendi birikimime katmak için biraz zamana ihtiyacım var, zira bu dört gün boyunca oldukça fazla değerli sunum ve tartışma izledim.
Katıldığınız bu atölye bir yüksek öğrenim kurumunda, bir üniversitede gerçekleşti. On beşe yakın saygın akademisyen, İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde bir araya geldi. Siz yarım asırdan fazla süredir akademinin içinde yer aldınız ve bu alanda çok değerli bir tecrübeye sahipsiniz. Şahit olduğunuz dönem itibariyle, yüksek öğrenim dünyasında yaşanan dönüşümlere dair gözlemleriniz nelerdir?
David Harvey: Akademisyenler olarak yaşadığımız dönüşümlerin bazıları kelimenin tam anlamıyla çok radikal. Bu kökten dönüşümlerden biri akademisyenlerin mesleklerini nasıl icra ettikleri ve yaşadıklarıyla ilgili.
Hareketlilik, iletişim ve akademi
Mesela iletişim alanındaki gelişmeler bazı şeyleri çok kolaylaştırdı. 1960larda Atlantik’i aşmak demek bir gemiye binip dört, beş gün geçirmeniz anlamına geliyordu. Bu durumda akademisyenler olarak çok seyahat edemezdiniz ve yaşadığınız yerin dışına çıkmak çok zordu. Bu arada bunun bazı artıları da vardı. Örneğin çalıştığımız kurumların işleyişine ya da yaşadığımız yereldeki meselelere daha fazla dahil olabiliyorduk. Yani belli bir mekanla sınırlı olunca, o mekanda daha aktif şekilde yaşıyorduk.
1970lere geldiğimizde hareketlilik biraz daha arttı ve akademisyenler arası bağlar ve iletişim kolaylaştı. Bugüne gelince, söz konusu hareketlilik o kadar arttı ki bazen sabit mekanımız yokmuş gibi hissediyoruz. Mesela ben artık New York dışında o kadar fazla zaman geçiriyorum ki, evimin neresi olduğunu sorguladığım oluyor.
Gerçekten de dünyanın birçok noktasında dersler veriyorsunuz, akademik ya da toplumsal etkinliklere katılıyorsunuz: Geçen hafta Amsterdam’daydınız, şimdi İzmir’desiniz, önümüzdeki haftalarda da Şili’de olacaksınız. Bunun sayesinde dünyanın dört bir yanından öğrencilerle temas halindesiniz.
Hakikaten öyle. Yoğun temas halindeki bir ağım mevcut. Bunun bir başka sebebi de kişisel internet sitem (www.davidharvey.org). Oldukça fazla ziyaretçisi var ve yüksek öğrenim alanında bahsettiğim dönüşümün bir kısmı da bununla ilgili. Zira, bu bir yandan bilginin dünyaya yayılımının çok daha fazla arttığı anlamına geliyor.
Ancak bu bilginin nasıl dolaştığı konusunda dikkatli olmak lazım. Mesela, dünyanın farklı noktalarındaki lüks hotellerinde yapılan konferans zincirleri var. Bu konferanslara gidebilirsiniz, ama her yerde birbirinin kopyası olan otellerin içindeyken, aslında parçası olduğunuz dünyaya dair hiç bir izlenim edinemezsiniz. Bu yüzden ben gittiğim her yerde, yerel kontaklarım sayesinde, o yerele özgün olayların, tatların ve yaşamların parçası olmaya özen gösteririm. Bu benim için paha biçilmez bir öğrenme tecrübesidir. Mesela Brezilya favelalarında birkaç gün geçirmek ya da Diyarbakır’da bir eyleme katılmak benim için çok değerlidir. Bazı akademisyen meslektaşlarımın bunu göz ardı ettiklerini görüyorum. O zaman, küresel bir meta olarak hissetmek kaçınılmaz olur.
Uzaktan eğitim ve uydu kampüsler
Yüksek öğrenim alanında gözlemlenen güncel eğilimlerden ikisi sizin uzmanlık alanınız olan mekana dair: Uzaktan öğrenim ve büyük üniversitelerin dünyanın farklı noktalarında butik kampüsler açmaları. Mesela New York Üniversitesi (NYU) ya da London School of Economics (LSE)’nin Dubai, Hong Kong kampüslerini açmaları gibi. Bu iki eğilim hakkında görüşleriniz nelerdir?
Eğitimin bir metaya dönüştüğü bir gerçek. Eğitim hizmetleri satma fikri dünyanın dört bir yanında farklı aktörlerce paylaşılıyor. Bunun bir ayağı Hong Kong, Dubai gibi yerlerde kampüsler açmayı diğer ayağı ise Londra, New York, Sydney gibi merkezlerde yurt dışından gelen öğrencilere dönük yüksek lisans eğitimi gibi hizmetler sunan kurumlar açmak. Uzaktan eğitim ya da internet tabanlı eğitim de bunun bir unsuru olarak düşünülebilir.
Çoğu meselede olduğu gibi uzaktan eğitimin de olumlu ve olumsuz tarafları mevcut. Ancak ben uzaktan eğitimin yüz yüze eğitimin yerini alacağını düşünmüyorum. Yalnızca bir destek olarak düşünülebilir. Mesela, şunu biliyoruz: Çeyrek milyon öğrencinin kayıt olduğu bir dersi beş bin kişi tamamlarsa şanslı sayılıyorsunuz.
Ancak beni asıl endişelendiren, hali hazırda prestij sahibi olan eğitim kurumlarının bu alanı ele geçirmeleri. Bu daha alt sıralarda yer alan üniversiteler üzerinde büyük bir mali baskı yaratacaktır ve neticede ortadan kalkmaları bile söz konusu olabilir. Dolayısıyla esasen merkezdeki yığılmayı dağıtma potansiyeline sahip bir yapı olan internet tabanlı ya da uzaktan öğrenim modelinin mesajların yani eğitim içeriğin gittikçe merkezileşmesi gibi bir risk söz konusu. Örneğin yalnızca MIT, Yale, Princeton ya da Harvard gibi okulların dersleri tüm alana hakim olabilir, bu da bir bilgi tekelleşmesi demektir.
Dolayısıyla bu tip derslerin merkezi olmayan bir pazarda ve ücretsiz olarak ulaşabilir olmaları gerekir. Bu durumda gerçekten olumlu bir fırsattan bahsedebiliriz. Ancak büyük sermayenin bilgiyi alıp satılabilir bir meta haline dönüştürmek ve bu pazarda tekel oluşturmak hedeflerini göz ardı etmemek lazım.
Uzaktan eğitimle Marx’ı öğretmek
Aslında siz de uzaktan eğitimden faydalanıyorsunuz: Kişisel internet siteniz üzerinden, ücretiz olarak sunduğunuz ‘Karl Marx’ın Kapital’ini Okumak’ dersleri oldukça fazla kişi tarafından takip ediliyor (https://davidharvey.org/reading-capital/).
Evet doğru. Ben bu ders videolarını tabii ki ücretsiz olarak sunuyorum. Herhangi bir final sınavı yapmıyorum, ödev de vermiyorum. Katılımcılar da dersleri takip edince herhangi bir sertifika ya da diploma almıyorlar. Buna rağmen videolar oldukça fazla kişi tarafından izleniyorlar. Umarım bu sayede birileri Marx ve Kapital’i daha fazla öğrenmiş olurlar. Ancak bunu ölçmem mümkün değil. Sonuçlarını zaman gösterecek.
Son olarak çalıştığınız kurum olan City University of New York (CUNY)’den bahseder misiniz?
CUNY bir kamu üniversitesi. 1945’lere kadar öğrencilerden öğrenim ücreti alınmayan bir okuldu. Bir kamu üniversitesi olarak, kamusal bir misyonumuz var: Göçmen nüfus için kitlesel eğitim. Çünkü üniversite bölgesi geçmişten bu yana oldukça farklı ülkelerden gelen göçmenlerin yerleştiği bir alan. 1930’larda üniversite, Amerika’ya yeni gelen göçmenleri hayata başarılı bir şekilde hazırlayan başarılı bir kurum olarak ün yapmış. Hatta bu dönemde Harvard ya da Yale’den daha fazla Nobel Ödülü sahibi bilim adamı yetiştirmişiz. 1945’te Amerika genelinde kamu üniversitelerine devlet desteği kesildi ve Columbia ya da Yale gibi üniversitelere destek olunmaya başlandı. Bundan sonra bizim üniversitenin de kaynakları azalmış, yoksullaştırılmışız. Ancak bugün hala sahip olduğumuz kamusal misyona sadığız ve dezavantajlı grupları yüksek öğrenime dâhil ediyoruz.
“Sonuçlar kitap olarak yayınlanacak”
Etkinliğin ev sahibi olan İzmir Ekonomi Üniversitesi, Ekonomi Bölümünden Prof. Dr. Turan Subaşat’ın çalıştay hakkındaki değerlendirmesi şöyle:
“Krizin çıkış nedenleri 2008 yılından itibaren iktisatçıların en çok tartıştıkları konulardan biri olmasına rağmen, bu konuda henüz bir anlaşmanın olduğunu söylemek mümkün değildir. Özellikle geleneksel ve politik iktisatçılar arasında bu konudaki fark çok belirgindir. Geleneksel iktisat, daha çok insan hatalarına ve açgözlülük gibi insan doğasından kaynaklanan sorunlara odaklanırken, politik iktisatçılar tartışmaları üç boyutta yürütmektedir.
İlk olarak, kar oranlarının düşme eğilimi prensibi gibi kapitalizmin işleyiş mekanizmalarını öne çıkaran görüşler oldukça büyük bir öneme sahiptir. İkinci olarak, krizin 1980’lerden itibaren uygulanan politikaların doğal bir sonucu olduğu görüşü oldukça yaygın olarak tartışılmaktadır. Son olarak da krizlerin önceden öngörülemeyen bazı konjonktürel faktörlerden kaynaklanmış olabileceği düşüncesi yer almaktadır. Çalıştayımız, bu üç farklı politik iktisat görüşünü savunan iktisatçıları bir araya getirip, dört gün boyunca derinlemesine bir tartışmaya açtı. Tartışma sonuçları İngilizce bir kitapta derlenerek dünya kamuoyuna sunulacak.”